Osmanlı Türklerinde canlı çevrenin vazgeçilmez bir öğesi olan hayvanların haklarının korunduğuna ve ihlal edenlere belirli cezalar tatbik edildiğine dair bilgilere sahibiz. Hayvan hakları, genelde onların yaşamlarına müdahale edilmemesi, fıtri yapılarına uygun işlerde çalıştırılmaları, kaldırabilecekleri kadar yük vurulması, gerekli yiyeceklerinin zamanında temini ve verilmesi, doğal ortamlarının ve üreme imkanlarının sağlanması, işkence ve eziyet edilmemesi, hasta oldukları zaman tedavi ettirilmeleri gibi çeşitli hususları kapsar.
Türklerin hayvan hakları hususundaki hassasiyetlerini gösteren en önemli kurumlardan birisi hayvanlar için kurdukları vakıflardır. Anadolu'nun bir çok şehrinde cami avlusunda toplanan kuşların, güvercinlerin yemlenmelerine dair vakıflar bulunduğu, kedilerle köpeklerin bakımları için vakfiyelere şartlar ve tahsisler konulduğu görülmektedir. Türklerin diğer milletlerde pek görülmeyen bir uygulaması da evler yapılırken hayvanların susuz kalmaması için gerekli yerlere yalaklar konulması ve duvarlarda arabesklerle süslü küçük köşkler kurularak kuşlara yuvalar temin edilmesidir.
Ölen bazı kimseler haftada birkaç defa köpek ve kedileri beslemek üzere mallarını bırakırlar, bu vasiyetlerini yerine getirmek için sadakatli ve dindar bir şekilde bunu yapacak fırıncı ya da kasaplara paralarını bırakırlar.
Jean Thevenot iyi giyimli bir çok kimselerin sokakta yeni yavrulamış bir dişi köpeğin etrafına toplanıp üzerlerine basılmasın diye hep birden taş toplayarak küçük bir duvar ördüklerini gördüğünü ifade etmektedir ki bu, Türk yurdunda her tabakadan insanın hayvanlara aynı derecede şefkat ve sevgiyle yaklaştığını ortaya koymaktadır. Ricaut ise, köpeklerin himayesi ve beslenmesi için hususi kanunların varlığından bahsetmektedir.
Osmanlı Türklerinde hayvanlara büyük bir sevgi gösterildiği, onların bakım ve temizliğine büyük önem verildiği görülmektedir. Bir grupla birlikte Yıldız Sarayı'nın ahırlarını gezen Dorina L. Neave gördüklerini şöyle nakletmektedir: "Türk seyisleri büyük bir gururla ahırları gösterdiler ve bu hayvanlara karşı olan tabii sevgilerini, atların hayran olunacak kadar sıhhatli ve ahırların hayran olunacak kadar temiz olmasıyla ispatladılar".Avdan hoşlanmayan Müslüman Türkler, hayvanların doğal yaşamlarına müdahale edilmesini hoş görmezler. Çıkarılan kanunlarla da avcılık belirli kurallara bağlanmıştır. Bu amaçla belli dönemlerde av yasağı konulmuş ve bunun gerçekleşmesi için de bütün tazılar kamulaştırılmıştır. Hayvanların yalnız öldürülmesini değil, bilhassa etleri yenilmesi caiz olmayanların hürriyetlerinden mahrum edilmesini bile canice bir gaddarlık sayarlar. Hatta bit ve tahta kurusu gibi hayvanların tırnak üstünde öldürülmesini bile vahşet saydıkları için, parmaklarının arasında bir iki kere ovaladıktan sonra ölüp ölmediğine bakmayarak atıverirler. Hayvanları hürriyetlerine kavuşturmak üzere kuşçulardan kafes içinde kuşlar satın alıp onları derhal salarak hürriyetlerine kavuştururlar.
Kendilerinden yararlanılan evcil hayvanlara eziyet edilmesine izin verilmez. Bazı hükümlerde at, katır veya deve gibi hayvanlara sahipleri tarafından haddinden fazla yük taşıtılmasının engellenmesi öngörülmektedir. Hatta Sultan Murad, birisinin, kendisi kenarda bir şeyler yerken yularından tuttuğu buğday yüklü atını yük altında beklettiğini görünce kızmış, atın yükünü sahibine yükletmiş ve önüne koydurduğu otları at yiyinceye kadar öylece bekletmiştir.
Vezir Sinan Paşa'ya 4 Temmuz 1571 tarihli hükümde, hacılara verilmek üzere hazırlanan peksimetlerin gemilere yüklenmesi için develerle taşınması, ancak bu hayvanların fazla yük koyularak mecalsiz bırakılmamaları emredilmektedir.
Guer, Şam'da olduğu gibi çeşitli şehirlerde Türk eserleri arasında sadece hastalanan hayvanların tedavisine yönelik olarak hizmet veren hastaneler de bulunmaktadır.
Osmanlı Türklerinde Çevre Bilinci / Yrd. Doç. Dr. Yunus Macit