Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK) Başkanı Süleyman Arslan, evlilik ve boşanmaların ülkeye maliyetinin hesabında fayda olduğunu belirterek, “Sürdürülemeyen ailelerin sonucunda artçı sarsıntılar devam etmekte, süresiz nafaka uygulaması boşanmadan sonra da yeni kurulacak aileler için olumsuz etkiler doğurmaktadır” dedi.
Grand Ankara Otel’de 3 kıtadan çok sayıda davetlinin katıldığı sempozyumun açılış konuşmasını yapan Arslan, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 16’ncı maddesinde ailenin toplumun doğal ve temel birimi olduğu, toplum ve devlet tarafından korunmak hakkına sahip olduğunun açıkça belirtildiğine işaret etti.
Kurumlarının “Vakit aile vakti” sloganıyla böylesi bir sempozyum gerçekleştirmesinde, “Ailenin Korunması Hakkı”nı insan haklarının genelini etkileyen en temel haklardan biri olarak değerlendirmesi ve önemsemesinin gerektiğini vurgulayan Arslan, sözlerine şöyle devam etti:
“Ailenin korunması devlet ve toplum için bir yükümlülük olduğu gibi bireyler için de talep edilebilir bir insan hakkıdır. Aileyi ve kadını korumak için yürürlüğe konulan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Hakkında Kanun ise aile kurumunun, aile mutluluk ve huzurunun korunmasına yönelik düzenlemeleri içermemektedir. Var olan düzenlemeler ailenin mutluluğunun korunmasına değil, çatırdamaya başlayan ailede aile bireylerinin şiddetten korunmasına ilişkindir. Onun da, kanunun eksik ve kötü düzenlenmesi ve uygulanmasından dolayı beklenenin aksine kadın cinayetlerini arttırdığı araştırmalarla ortaya konulmuştur.
Bu nedenlerle belirtmek istiyorum ki, 6284 sayılı Kanuna, ailenin mutluluğunu sağlamaya elverişli yeni maddeler eklenerek ve düzeltmeler yapılarak bu eksiklik giderilmelidir.
Boşanmaya karar vermiş bireylere hukuki yardımın sağlanması nasıl insan hakları konusu ise, aynı şekilde sürdürülebilir bir evliliğin devamını mümkün kılacak tedbirlerin alınması ve desteğin sağlanması da insan haklarının başka bir boyutunu teşkil etmektedir. “
Son yıllarda gerek global gerekse ülkemiz özelinde toplumsal değerlerin kaybının aile kurumunda da büyük bir krize yol açtığına dikkati çeken Arslan, şöyle dedi:
“Batıda aile kurumu büyük oranda tehdit altındadır. Buna rağmen, Avrupa müktesebatına uyum çerçevesinde yapılan düzenlemeler bizim aile yapımızı bozmakta ve büyük sorunlara neden olmaktadır. Evlenme oranları düşerken, boşanma hızında rekor düzeyde artış olduğu görülmektedir. Türkiye’de son 10 yılda evlenen çift sayısı 6 milyon 6 bin 732 olurken, boşanan çift sayısı 1 milyon 218 bin 458 olarak kaydedilmiştir. Boşanan çiftlerin sayısı 2017 yılında 128 bin 411 iken 2018 yılında yüzde 10,9 artarak 142 bin 448 olmuştur. Yılda 150 bin boşanmanın olduğu bir yerde en az 150 bin çocuğun derin acılar içinde hayata katıldığını, aile çevreleriyle birlikte boşanmadan etkilenenlerin kat kat fazla olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Evlilikler için yapılan ekonomik masraflar ve boşanma sonrasında nafaka vesaire ilave yükümlülüklerin ekonomik maliyeti de çok büyük rakamlar teşkil etmektedir. İnsan kıymetlerimizin maddi ve manevi birikimlerini kişisel ve toplumsal kalkınmaya dönüştürememesi, aile sorunları içerisinde kaybetmesi, yatırımlar için yapılacak tasarrufların kaybedilmesi aynı zamanda ülkemiz için de büyük bir ekonomik zarardır. Evlilik ve boşanmaların ülkeye maliyetinin hesabında fayda vardır. Sürdürülemeyen ailelerin sonucunda artçı sarsıntılar devam etmekte, süresiz nafaka uygulaması boşanmadan sonra da yeni kurulacak aileler için olumsuz etkiler doğurmaktadır. Kişilerin özellikle de çocukların moral ve motivasyon kaybı, suça sürüklenmesi çok ciddi problemlerdir. Boşanma sonrası çocukların hacze konu olması, sağlıklı bir ilişki kuramaması, ebeveynine yabancılaşması, üvey evlat konumuna düşerek boynu bükülmesi, çocukların sağlıklı anne baba rollerini göremeden maddi, manevi ve cinsel kimlik bunalımlarına düşürülmesi, evlilik ve aile kurumlarına bakışının bozulması çocukların sağlıklı gelişimini engellemektedir. Çocuk suçlarına bakan bir başsavcımız, önüne getirilen suça sürüklenen çocukların yüzde 90’ının parçalanmış veya sorunlu ailelerin çocukları olduğunu ifade etmiştir. Ailenin, gün geçtikçe birtakım sosyal görevlerini başka kurumlara devir etmek zorunda kalması, özellikle çocuk bakımı ve eğitimi, hasta, yaşlı ve engelli gibi bağımlı üyelere aile içinde hizmet etmenin gittikçe azalması, bunun dışında komşuluk ve akraba bağlarının da gün geçtikçe zayıflaması insan hakları bağlamında devletin yükünü ve sorumluluğunu arttırmaktadır.”
Arslan, klasik ve sosyal medyanın da aile için tam bir yıkım aracı olarak faaliyet gösterdiğini, bu yıkımı önleyici yeterli tedbirlerin alınmasının güçleştiğini ifade etti.
Arslan, özellikle Y ve Z kuşağı diye tanımlanan dijital çağ kuşaklarının çocuk yetiştirmeyi yeteri kadar bilemediğini, bu kuşaklar (y ve z) kendilerine daha fazla zaman ayırmak için çocuklarını çok erken dönemde dijital araçların esiri yaptığına şahit olduklarını belirterek, şöyle devam etti:
“Gündüz iş hayatında olan ebeveynler akşam çocukları yerine dijital araçlarla meşgul olmakta, çocuklarıyla ilgilenmeyi ihmal etmektedir. Çocuklar hatta bebeklerin ellerine verilen cep telefonları, tabletler gelişimlerini olumsuz etkilemektedir. Yapılan bilimsel çalışmalara göre, internet ve benzeri yeni teknolojilerin çocuklar ve gençler üzerinde bağımlılık, anti sosyal davranış bozuklukları, fiziksel, sosyal, bilişsel ve psikolojik gelişim sorunları gibi pek çok olumsuz etkiler yaptığına işaret edilmektedir. Özellikle de şiddet içerikli medyanın olduğu televizyon, internet, video oyunları ve benzeri diğer bilişim teknolojilerinin çocuklar ve ergenler üzerinde saldırganlığı artırıcı bir etki yaptığı yönünde bulgular ortaya konmaktadır. Bunun sonucu olarak Türkiye'de otistik çocuk sayısı artık milyonlarla ifade edilmektedir. Bu ise gelecek kuşaklara sağlıklı bireylerle girilememesi anlamına gelmektedir.
Bu nedenle, özellikle y ve z kuşağındaki anne babalara çocuk yetiştirme eğitimi verilmesi ve bunun zorunlu hale getirilmesi ailenin korunmasının temel şartıdır.”
Süleyman Arslan, ayrıca, akıl ve zihinleri işgal eden, kötü örneklemeleri içeren televizyon yayınları ve internet içeriklerinin de aile kurumunu yıprattığı gibi kamusal hayatta karşılaşıp şikayetçi oldukları bir çok sapkın davranışın müsebbibi olduğunun altını çizdi. Arslan, “Bu konuda ülkemizde televizyon ve radyo yayıncılığının denetiminden sorumlu olan Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun aldığı önleyici ve bastırıcı tedbirlerin özellikle desteklenerek daha da etkin hale getirilmesini, ailenin korunması ilkesine uygun yayıncılığın etkin bir şekilde sağlanması gerekliliğini ifade etmek istiyorum” dedi.
Arslan, şunları kaydetti.
“Ülkemiz üzerinde gizli hesapları olanlar güçlü aile yapılarını sarsmaya yönelik dolaylı saldırılar düzenlemektedir. Milletimize örnek olarak gösterilen, medya yoluyla adeta dayatılan çarpık toplumsal ilişki biçimlerine baktığımızda hepsinin de önce aileyi hedef aldığını görüyoruz. Bireyi ailesinden kopardığınızda onu istediğiniz gibi savurmanız, biçimlendirmeniz, korkutmanız yönlendirmeniz, kullanmanız kolaylaşır. Güya 'tabuları ve basmakalıp aile rollerini yıkıyoruz' diye yola çıkanlar sonuçta insanlarımızı daha büyük tabulara ve kimlik bunalımlarına mahkum ederek ailelerinden koparıyorlar. Maalesef bu oyunun kısmen başarılı olduğunu da kabul etmek durumundayız."
“Bugün karşı karşıya kaldığımız saldırıları bertaraf etmek, devlet ve millet olarak yeniden bir medeniyet hamlesi yapmak; “Dünya 5’ten büyüktür!” diye haykıran bir devlet olarak dünyada yeni bir insan hakları hamlesi gerçekleştirmek, insan hakları bağlamında dünyaya değer katmak istiyorsak işe önce aileyi, ailenin mutluluğunu, topyekün nesillerimizi korumaktan başlamak gerekir, diye düşünüyorum” diyen Arslan, “Yeniden bir aile medeniyeti kurabilmek, yeni medeniyet hamleleri yapabilmek, sürdürülebilir kalkınmayı temin edebilmek için bizim moraran, kızaran, sararan, solan, çürüyen, küçülen, dağılan, parçalanan ailelere değil, yeşeren, filizlenen, büyüyen, kök salan, kendi gövdesi üzerinde yükselen, kuvvetlenen, dal budak salan, örnek teşkil eden ailelere ihtiyacımız var. Çünkü dünyanın geleceğini şekillendirecek kişilerin kişilikleri çocukluk döneminde ailede şekillenmekte, kalkınmanın temelleri ailede atılmaktadır. İyi yetişmemiş nesillerle ne ekonomik, ne siyasal ne de sosyal kalkınma söz konusu olabilir. Siyasal üstünlüğün yaşam döngüsü toplumun ideale yakın değerleri benimsemesi, teşviki ve barındırması ile sınırlıdır. Devlet, toplum ve bireyler olarak ideal değerleri benimseyip sürdüremiyorsak sürdürülebilir kalkınma da bir hayal olarak kalır. Aile kurumu ekonomik gelişmenin itici gücü, bir insan hakkı olan kalkınma hakkının destek gücüdür. Sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleşmesi sürdürülebilir, güçlü toplumların varlığına, sürdürülebilir toplumların varlığı da sürdürülebilir mutlu ailelerden oluşmasına bağlıdır.”
Süleyman Arslan, BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin esas alınması, bu beyannamenin kabul edildiği tarihte aileye yüklenen anlamın muhafaza edilmesi, sonraki uluslararası sözleşmelerde tenakuz teşkil eden hükümlerin gözden geçirilip, değiştirilmesinin talep edilmesi, milletlerarası emredici hukuk normu ile çatışan andlaşmaların batıl olacağının dikkate alınması, gerekirse feshedilmesi gerektiğini vurguladı.
Süleyman Arslan, cinsel istismar vakalarının artmasının en önemli nedenlerinden birinin de teknolojinin kötü kullanılması olduğuna dikkati çekerek, "Ailenin korunması ilkesine dikkat etmiyorsa bir televizyon kanalı, ya yasaklanmalı ya da şifrelenmelidir. Sadece '+18', '+7' yazmakla bunun önüne geçilemez. Şifreli yayıncılığa önem verilmelidir. İnternet kullanımında da korumalı yayıncılık teknoloji ve uygulamaları geliştirilerek gereken önlem alınmalıdır. Sadece koruma teknolojileriyle yetinilmemeli, yüksek karakterli ve sağlıklı nesillerin yetiştirilmesine hizmet edecek kaliteli aileyi destekleyen programlar da üretilmelidir. Özgürlükler sınırsız değildir. Ailenin korunması için özgürlük ve kamu ahlakı dengesi kurulmalıdır. Sürdürülebilir aileyi sürdürecek nesillerin yetişmesi için eğitim müfredatı geliştirilmeli ve uygulanmalıdır. Haya, iffet gibi kavramlara sahip çıkılmalıdır. Kısacası, bir insan hakkı ve aynı zamanda devlet ve toplum yükümlülüğü olarak ailenin korunması sağlanmalı, aile odaklı politika ve uygulamalar geliştirilerek ana akımlaştırılmalıdır” dedi.